7 Aralık 2015 Pazartesi

Harmattan is Coming!



Fotoğrafı internetten buldum ben çekmedim ama böyle bir güne uyandık geçen sabah.
Sorumlusu Sahara Çölü.

Her yer sis, kupkuru, böyle bir enterasan sıcak, basık, güneş yok, mutsuz bir hava. Rahatsız edici. Aralık ayından Mart ayına kadar Sahara'dan Afrika'nın batı kıyısına doğru tozlu, kuru, çöl rüzgarı esermiş.
Bana göre bildiğimiz sis; biraz daha uzun günler süreni sadece.
Buradaki yerli halka sorarsan, hava epey soğuyor, (aslında nem düşüyor sadece çok kuru rüzgar olduğu için ama adamlar alışmış tabi yapışmaya :)), geniz kuruyor bu sebeple devamlı su içmek gerekiyor, özellikle çocukları korumak gerekiyor alerji, boğaz derken çok etkileniyorlar, dudaklar çatlıyor cilt kuruyor, gibi gibi türlü türlü şeyler söylüyorlar ve açıkçası bu zaman diliminden biraz çekiniyorlar.

Sis yoğunluğu günden güne değişiyor, azalıyor, çoğalıyor; ama güneş hiç yok diyebilirim.Çok abartılacak bir şey gibi durmuyor bize ama biraz araştırsanız "Harmattan survival tools/tips" tarzında yazılar bulabiliyorsunuz. İşte o zaman durum enterasanlaşıyor :)

Bu süreçte benim dikkatimi çeken şey ise helikopter böcekleri, nam-ı diğer yusufçuk.Gerek sürü halinde gerekse üçerli beşerli gruplarla sinek gibi heryerdeler.

Bakalım göreceğiz halihazırda Harmattan has come:)

Sevgiler




(Kelimenin kökeni için ise bazı yerler Arapça "Haram" kelimesinden geliyor diye yazmış.Mistik bir durum bu belli) :)

6 Aralık 2015 Pazar

27 Kasım 2015 Cuma

Yazamadığım Abidjan



Fotoğrafladığım ama yazamadığım Abidjan. 
Bizim dedelerimizin anlattığı yıllar yıllar öncemizden bile daha önceler. 
Fotoğrafladığım her anını başkasına anlatırken "burası en iyi yeri ya" dediğim Abidjan. 
Tehlikeyle yaşadığın ama bir zaman sonra hemen tehlikeye de alıştığın; ama kendi kendine düşünüp "ya tehlikeli burası, unutmamalıyım" dediğin. 
6 ay geçti burada. Kaç 6 ay daha geçecek merak ettiğim. 
Temiz olmayı bir türlü beceremeyen Abidjan. 

7 Ekim 2015 Çarşamba

Ürinasyon Fantastiş



Keşke bu kuralı ihlal edip yalnızca duvar kenarlarına işeseniz. Keşke ihtiyaçlarınızı kaldırımlarda, yollarda ulu orta gidermeseniz. Keşke işemek sizin için bir sosyalleşme olmasa -yan yana işerken sohbet etmeseniz- İşemenizi geçtim keşke yere çömelip bir üst boyuta geçmeseniz.

1 Ekim 2015 Perşembe

Açeke okunur


Fildişi mutfağının "merhaba" sı Attieke. Manyok/Cassava denilen bir bitki var burada. Patatese benziyor. Haşlanarak da yenilebiliyor. Leğenlerde tahta ile vurulup öğütülerek bulgur pilavı gibi bir hale getiriliyor - ki bu esnada etraf çok kötü kokuyor- ve böylece Attieke dedikleri şey ortaya çıkıyor. Çabuk bozulduğu için hazırlandıktan sonra 1 gün içinde tüketmek gerekiyor. 
Tek başına yenilince tatsız tuzsuz kuskusa benzer bir şey olmasından mıdır bilemiyorum ama genelde ya balıklı, yumurtalı ya da tavuklu özel hazırlanmış bir sosla yeniliyor. Yerken siz kaşık kullanıyor olabilirsiniz ama burada Attieke elle yeniyor. :)

16 Eylül 2015 Çarşamba

Assinie le paradis!


 Ve Assinie.. İşte "Fildişi Sahili'ne balayına gidiyoruz" diyenlerin geldiği yer.
Okyanus şeridinde lagünlerin birleştiği bir kasaba Assinie. Konaklamak için çok güzel bir yer. Eskiden -ve belki hala- Fransızların yazlık evlerinin bulunduğu bir kasabaymış.

İlk fotoğrafta gördüğünüz gibi bir tarafı okyanus diğer tarafı Lagün. Abidjan'a 80 km uzaklıkta. Biz burada Coucoué Lodge oteline gittik. Yemekler çok lezzetli, doğa deseniz paha biçilemez. Lagün kıyısında biraz vakit geçirdikten sonra küçük bir tekne ile karşı kıyıya yani okyanus tarafına geçiyorsunuz. Otelin devamı burada. Odalar lagün manzaralı, okyanus manzaralı şeklinde fiyatlandırılıyor. Grand- Bassam'a göre biraz daha uzak, biraz daha pahalı ama bir o kadar daha güzel. İnsanın ev alıp orada yaşlanası geliyor.
Assinie ile ilgili diyeceklerim bu kadar. Ha bu arada 1978 yılı filmi French Fried Vacation burada çekilmiş.










3 Eylül 2015 Perşembe

Bu Ocak Taşş



Taş Ocağı denince aklınıza neler geliyor?
Dinamit patlamaları, toz bulutları, aşırı yüklenmiş kamyonlar, belki de kesilen güzelim ağaçlar yani doğanın vahşice tahribatı..Benim aklıma bunlar geliyor.
Ayak bastık bir kere bu tahribata.

31 Ağustos 2015 Pazartesi

Afrika & Bebek




Hiçbir zaman "bebekle şunu da yaparım, bebekle takla da atarım, ay aman bebekle dünyayı dolaşırım." gibi şeyler söyleyen iddialı kadınlardan olmadım. Babası da ben de, onu ve bizi aynı anda mutlu edecek şeyleri yapmaya gayret gösterdik.
Şimdi ise bebekli, çocuklu aileler hep merak edip bana soruyor. "Bebekle Afrika'da ne yapıyorsun?" "Zor olmuyor mu?"  "Oradaki hastalıklar çok korkunç değil mi?"
Evet bebekle Afrika gayet zor :D Gelirken tahmin ediyorduk ama ne kadar tahmin ederseniz edin, tahmininizden daha zor oluyor genelde. Öncelikle gayet pis bir yerdesiniz. Avrupa'da avantaja çevirebileceğiniz bir şey burada 1-0 yenik başlamanız demek. Hastalıklar diz boyu, hatta öldürücü. Bu da pimpirikli olmanız demek. Başta rahat oluyorsunuz da başınıza geldikçe pimpirik boyutlarında tırmanır buluyorsunuz kendinizi :)  Merak edenlere buraya ait aşı takvimi bu.
Afrika güzel, farklı, egzotik, keşfedilesi ama bebekle ne denli eğlenceli, cazip ona kendiniz karar vermelisiniz. Biz karar verdik, pişman da değiliz ama kolay olmadığı bir gerçek. Bu kadar bakteri ve mikropla tanışan bu minik bünye ülkesine geri döndüğünde ne denli bağışıklığı gelişmiş olacak bilemiyorum. Yanına kar neler kalacak, zararları neler olacak, beraber izleyip göreceğiz. Şu an  belirsiz geleceği iyi ya da kötü şekillere sokup düşünmek gereksiz ve erken :)


Siz siz olun yine de buraya bebekle gelmek isterseniz bebeğiniz miniminnacıkken gelin, emziriyor olun ve 2-3 yaşına doğru ülkenize geri dönmek için hazırlıklara başlayın derim.:)

28 Ağustos 2015 Cuma

Anti, Bakti, and Jeli


İstanbul'dan Abidjan'a uçuş 15:25'de başlar. Benin'e uğrayıp yolcu indirip bindirdikten sonra akşam 22:15 civarı Abidjan'da olursunuz. Bu uçak sizi Abidjan'da indirip, oradan İstanbul yolcusunu alıp İstanbul'a geri gider. Her ne ise konumuz bu değil. Abidjan'a vardığınızda uçaktan iner inmez bir "konusunda görevli" size hoşgeldiniz falan der ve elindeki bu sevimsiz antibakteriyal şeyi uzatır, kolonya dökmek ister gibi. Hiç şaşmaz, herkes elini uzatır, sevinerek. Ne çirkin ve pis bir şeydir aslında.
Genelde soldaki marka (Pharmaderm) her yerde gördüğümüz. En meşhuru bu. Piyasaya ilk bu jeli getiren de buymuş zaten. Rakip markalar ise, "aynı rengi yapalım da bizi de Pharmaderm zannetsinler." mantığıyla etraftalar.
Dört bir yanda antibakteriyal jel bulmanız mümkün;
Her lokantada masa üstünde, peçete yanında;
Her ofiste masaların her birinde, baş köşede, resepsiyonda;
Her barda, cafede;
Her bankada.. vs.vs
Masaları bununla silen restoran bile gördüm.

Bakteri olayını bununla yendiğini düşünüyor Afrika, adamların nasıl para kazandığını artık siz düşünün.




Antibakteriyal jel, kullanmayı sevdiğiniz bir şey ise üzerinde olmasına dikkat etmeniz gereken bazı şeyler var:
Dermatolojik olarak test edildiği yazmalı.
Göze sürülmemesi gerektiğine dair bir uyarı olmalı.
Jelin içinde kullanılan maddeler tek tek belirtilmiş olmalı. Jelin ne işe yaradığı yazılı olmalı.
Ürünün imal edildiği firma ve iletişim bilgileri yer almalı.


Bakterisiz yemeler, içmeler dilerim.

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Yağlardan Palm


Üretimi birden arttı. Daha da artacağa benziyor. Bu aralar çevre örgütlerinin dilinden düşmüyor. Soya, ayçiçeği ve kanolaya rakip. Veganlığın, türcülüğün birarada uçuştuğu yazıların başlıklarında hep o var. Aslında her gün farkında olmadan tüketiyorsunuz. Neden mi bahsediyorum? Palm yağından.




Bir palmiye çeşidi olan Elaeis Guineensis ağacının meyvelerinden elde edilen bir yağ bahsettiğim. Bileşiminde yüksek oranda palmitik asit içeriyor ve doğal haliyle katı durumda bulunabiliyor. Meyvenin dış kısmından palmiye yağı, çekirdek kısmından da palmiye çekirdeği yağı elde ediliyor. Marketlerde sıvı yağ olarak bulamıyorsunuz çünkü ergime noktası yüksek. En büyük kısmı Endonezya ve Malezya'da üretiliyor. Meyve veren bu palm bitkisi dikey büyümeye sahip bu sebeple daha az alanda daha fazla ürün veriyor. Cazip yani. Yanma derecesi de çok yüksek olduğu için defalarca kullanıma rağmen bozulma süresi uzun. Bu sebeplerle Asya ve Afrika'da çok tercih ediliyor, tüm kızartmalarda kullanılıyor ve üretimi gittikçe artıyor, dünyaya yayılıyor. Ucuz, dayanıklı ve işlevsel olmasıyla hemen her şeyin içinde var. Nutella da bile. Tüketmeyeyim deme şansınız yok gibi bir şey. İçerik etiketlerini okumaya başlayın derim.
Yediğimiz o lezzetli Mc Donalds patates kızartmalarının sırrını da böylece öğrenmiş olduk. Fildişi Sahili'nde kızartılan bütün patatesler o tadda. Palmiye dokunuşu :)
Keyifli geçsin haftanız.



Fotoğraflar bana ait değildir.

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Vakvaka-i Kültüriye


Bu kadar müslüman bu kadar pis bir yerde nasıl yaşar?
Bu kadar pis bir hayatı kendine nasıl layık görür ve benimser?
İlk şartı temizlik olan bir şeye bu denli körü körüne bağlı iken, nasıl olur da afedersiniz sokaklara rahatlıkla (sanmayın ki sadece erkekler) tuvaletini yapabilir?

Bu sorularla geçen 2 buçuk aydan sonra biraz daha fazla alıştık sanırım Abidjan'a. Sorularıma cevap bulamadım tabii ki, anlayabilmem mümkün değil zaten. Bir yerden sonra iyi yerlerini görmeye çalışıyorsunuz sadece. Kabul et ve ilerle, olan bu aslında.
Yerli halkın güneşten midir, nemden midir nedir o çalışmayan kafası asıl burada her şeyi zorlaştıran. Genellemek istemem ama malesef çoğunluğu böyle. Her şey yavaş burada, söz veren söz verdiği gibi yapmıyor, belli bir zaman için söz veren o zamanı unutuyor, Hiçbir evraksal, imzasal şey legal olamıyor. Legal oldurmaya çalıştığında işin aksıyor hatta işin çözülmüyor. Gözlerinde, beyaz ırk görünce dolar işareti çıkan bu yerel halk, aslında derinde çok iyi niyetli ve temiz. Ama işte olmuyor, ilerleyemiyor.
Şu zamanda burada çok büyük yatırımlar söz konusu. Beyaz insan, canla başla, kapitalizm bayrağı elinde buranın doğasını mahvetmekle uğraşıyor. Yerel halkın dilinde hep "buralar eskiden daha güzeldi." Evet biraz müze gezmekle, eski fotoğraf görmekle anlaşılıyor, burası eskiden daha güzelmiş.
İç savaş 2012'de olmuştu. 25 Ekim 2015'te ise iç savaş sonrası ilk seçimler olacak. Herkes o tarihte burada olmanın zorluğundan, tehlikesinden bahsediyor.
Değişik kafalar, acayip tecrübeler.
Hepinize sağlıklı, huzurlu anlar birikitrmek dilerim.




(Blog içeriğinde yer alan tüm fotoğraflar bana aittir.)

14 Ağustos 2015 Cuma

Koşarak fil görmeye gittik





Afrika'da hayvanat bahçesi gezmek önemli bir konu tabi :) Neler var merak ederseniz hemen sıralayım; Sırtlan var mesela en ürktüğüm hayvan. Timsahlar var. Hem bebe timsahlar mini, mini, hem de babaları, dedeleri, kocaman, kocaman. Şempanzeler var. Epey yaklaşabiliyorsunuz çoğu hayvana. Biraz enterasan bir duygu:) Buranın olmazsa olmazı acayip yılanlar var. Genişçe kafeslere tek tek konulmuş. Zehirli mi zehirli olması muhtemel. Belki de 3 baba bacağı kalınlığında. Ürkütücü,
Örümcekler var. Yine öldürücü tabii ki ve her biri çok güzel.
Her yer çoğunlukla değişik maymun ve timsah. Bebe timsahlarını yeni doğurmuş anne timsah diye bişey var mesela. Bildiğin discovery channel. :) Fil var tabii ki. Ortalıkta dolaşıyor. Besleyebiliyorsunuz isterseniz.
Su aygırı, geyikler, aslanlar, kaplumbağalar, devekuşları -ki bence çok çirkinler-, daha neler neler.
Hani olmaz ya bir gün gelirseniz ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri, hele ki bir de çocuğunuz varsa değmeyin keyfine. Aman aman büyük bir yer değil. Hayatınızda daha güzel ve büyüklerini, çeşitlilerini kesin görmüşsünüzdür, (mesela ki Darıca Hayvanat Bahçesi) ama şu "Afrika'dasın abiciiim!" hissi var ya. :)
En abartıyosun her şeyi, en abartısıyla görüyosun hatta ve en abartısından beğeniyosun ya da beğenmiyorsun.:)







Bu hayvanat bahçesinin bir de canla başla çalışanları var. Çeşitli ülkelerden gönüllü çalışmaya gelmiş bir grup var.
Çok tatlılar. Kaplumbağalar için yeni bir su alanı yaptılar mesela. Yalnızca kumdaydı hepsi, şimdi istedikleri zaman kumdan suya geçiş yapabiliyorlar. Dilerseniz bu gönüllülerden birinin oluşturduğu bir Facebook sayfası var, katılabilirsiniz:
"Amis du zoo d'Abidjan - Friends of Abidjan zoo"
Sağlıcakla kalın. Burayı boşverin Darıca Hayvanat Bahçesini bir
kenara not edin :)







12 Ağustos 2015 Çarşamba

The Kids Aren't Alright

Hikayelerin çocukları var bu çocukların da kocaman hikayeleri. Yazacaklarım bizzat gördüğüm bu hikayelerden yalnızca birkaçı:
Pazarda çalışan annesi sağa sola, torba torba, meyve ya da sebze yetiştirirken, o yalınayak, meyvelerin sebzelerin ve hatta arabaların arasında dolaşmaya çalışıyor. Neden çalışıyor dedim? çünkü henüz 1 yaşında, belki değil bile.

Yine pazarda çalışan annesi meyve sebze torbalarıyla boğuşurken o annesinin sırtına bir kumaş parçasıyla bağlı, çok huzurlu ve hatta uyuyor.

Yine annesi sokak arasında bir şeyler satmaya çalışırken, o elinde bir torba onunla uğraşıyor ve arada annesinin kucağında emzirdiği kardeşinin kafasına vuruyor, yani oyun oynuyor.

Annesi kafasında taşıdığı çok ağır yükle bir yerden bir yere yürürken o annesinin karnında, henüz 8 aylık, doğmasına az kalmış, annesi yorgun, dinelenecek bir bank bile yok.

Babasının derme çatma turistik eşya satmaya çalışan dükkanında, bir köşeye sinmiş. Öksürüyor, hapşırıyor, burnu akıyor. Ama önemli değil gibi oturuyor ama aslında sapsarı ve solgun,

Annesi nerede onu arıyor, yana yakıla. 2 yaşında var yok. Annesi beliriyor uzaktan,kafasında kocaman yükü ile, kızarak. Sırtında bir bebek, yanında elini tuttuğu, ağlayan bir başka bebek.

Bir pazar alanı. Anne pazarcı. Saçları örülü çocukları da kenarda. Önlerinde bir tencere,içinde pilava benzeyen bir yemek ve bir kaç taze balık. Elleriyle karınlarını doyuruyorlar. Kanalizasyon yanlarından geçiyor ve bir sürü böcek de yemeklerine eşlik etmekte.
"Burası Afrika" ile başlayan ve biten cümleler havada uçuşuyor.
Hayat burada bu şekilde devam ediyor. Her gün.

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Üniversite felix hophop boni




Adını hiç söyleyemediğimiz bir üniversite var burada. Université Félix Houphouet-Boigny. Fildişi'nin ilk başkanının adı bu. Burayı bura yapmış, geliştirmiş her konuda. Bu sebeple de köprülerine, üniversitelerine, yollarına bu adamın adını koymuşlar hep. Bu üniversitenin içinde Centre National de Floristique (CNF) diye bir yer var; yani türkçesi Bitki Bilimi Merkezi gibi bir şey. 13 hektarlık bir alan. Bir çok orman görmüşsünüzdür eminim ama bu biraz farklıydı sanki bana göre. Vahşi, yabani nasıl desem kırkayağı bile bence kırkayak değildi :)
Oksijen almak ya da yürüyüş yapmak için çok ideal bir yer bu üniversite.
Hani olur ya, gelirsiniz belki bir gün diye :) Olmaz ya işte, mesela :)

7 Ağustos 2015 Cuma

Sandınız ki belki de burada barsız falan kaldık, sanmayın öyle!:)


Le Che Cafe-Abidjan

Abidjan'da bulabileceğiniz en güzel bar, cafe Le Che Cafe. Zone 4 bölgesinde.  
Ankara'nın New Castle'ı, Bursa'nın Crocodile'i, İstanbul'un North Shields'i burası. Çok sevdik. Hani olur ya belki buralara yolunuz düşer, yani düşmez aslında da işte, mesela yani:)

En mutsuzla en mutlu

Ivory Coast-Abidjan

İsviçre-Morat

Ülkelerle ilgili bir çok liste çıkıyor karşımıza. Bugün gördüğüm liste mutsuzlukla ilgili.
"Dünyadaki hangi ülkeler en mutsuz" listesi yapılmış. 8. sırada Ivory Coast var. Orada yaşıyorum şu an ve en son sıradaki, yani dünyanın "en mutlu ülkesi" olarak anılan İsviçre'de ise zamanında 5-6 ay yaşadım. İsviçre anlatmakla hala bitiremediğim bir kültüre, eğitim seviyesine ve evet mutluluğa sahip. Bitmek tükenmek bilmeyen o acayip huzuru, dinginliği ve güveni listelere sığdıramazsınız. 
Bir diğer yanda ise Ivory Coast...İnsanı sömürgeden çıkmış, iç savaşla yaralanmış; bir o kadar yardımsever, iyi niyetli; bir o kadar yaralı, güvensiz ama dişli...
Kıyaslamaya girebilecek 2 ülke değil kesinlikle. Ivory Coast'un dişleri, yarası ve samimiyeti var. İsviçre'nin dişe ihtiyacı yok, yarası yok ama sonsuz güveni var.  
Göl vs Lagun savaşmaz, sevişir. 

4 Ağustos 2015 Salı

Kafa üstü



Gelelim kadınların buldukları herbir şeyi başlarının üzerinde taşıma sevdalarına. Hani taşıdığınız yük arttıkça daha çabuk yorulursunuz ya, enerji daha çok harcanır ya; işte başınız üzerinde taşıdığınızda daha az enerji harcıyorsunuz. Hatta bazen yüksüz yürüyormuş gibi oluyorsunuz neredeyse. Tabi bu insanlar çocukluklarından beri herbir şeyi başlarında taşımaya alıştıkları için kasları, boyunları ona göre gelişiyor, kolay taşıyorlar. Biz şimdi durduk yere bu taşıma olayını elden başa alalım desek yapamayız yani :) Bizde bir tek simitçiler yapabiliyor sanırım :)
Tek problem zamanla kafa taslarında düzleşme meydana geliyor olması.
Tabi kadınlar sadece kafaları üzeri dolu olarak gezmiyorlar, ayriyetten sırtlarına da bir bebe bağlıyorlar.
Yürüyüşleri,duruşları,boyunları...Bu sebeple midir bilmiyorum ama çok çok güzel.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Bassam! Bassam! Bassam! diye bağrıyor her minibüs, tabi insan merak ediyor :)







Gitti içiniz değil mi? Grand-Bassam burası. Abidjan'a 20 km uzaklıkta. Bursa'dan Mudanya'ya gitmek gibi. Masa, yemekler, şezlong, kumda hunharca oynayan bebeğiniz... Tehlikeli ve korkunç gözüktüğü için girmediğiniz okyanus, ve yudumladığınız Flag. Uykusu gelince mis gibi havada uyuyan bebenizin tıkalı burnunun açılması mutluluğu. Yediğiniz acayip okyanus balıkları. Güzel bir yer Grand-Bassam.

Çipuranın frenkçesi Dorade yedik burada. Güzeldi; ama ah Merou balığı! Asıl işte o, çok fena, çok lezzetli.:)

Bassam'ın terkedilmiş minik bir kasaba görüntüsü var, bir hayalet şehir gibi. Kinyas ve Kayra okuduysanız Abidjan ve Grand Bassam'ı çok iyi bilirsiniz.
Kitaptan alıntı yapayım biraz:

Onları Abidjan'daki o kötü mahallede bırakıp terminale gittim. Grand-Bassam otobüsüyle kaldığım kasabaya döndüm. Kulübeme girdim. Yatağa uzanıp güldüm bütün olanlara. Sonra da bir saat civarında uyudum... Ne Bobby'yi, ne de ismini bilmediğim o eri bir daha gördüm. Öldürüldüler mi, yoksa bir işe girip para mı biriktirdiler, yoksa birilerini gasp edip milyonlarca dolarlarını kurtarabildiler mi ? Bilmiyorum. 

Böyle de bir yerdeyiz işte :)

"Çok şükür çok kötü araba kullanıyorum" diyen Abidjan şoförleri



Sizin gördükleriniz:
"Azrail pilörf yapmaz."
"Kes hızını, üzme el kızını."
"Babamın gölgesi yeter."
Benim burada gördüklerim:
"Dieu Merci" ki meali Allah'a şükür. :)
Alırsanız Ford olursunuz Lord bi yerde :)

2 Ağustos 2015 Pazar

Savaşın içi




İç savaş yaşamış bir ülke Fildişi Sahili.
Kısaca anlatayım: Sahip olduğu kaynakların zenginliği sebebiyle fakir komşu ülkelerden çok göç almış Abidjan. Bu göçler başkanlık seçimlerinde biraz ikiye ayırmış burayı. Sonra bir kanun çıkarmışlar, "başkanlık seçimlerine katılacakların ailesi ve kendisi Fildişili olmalıdır." diye. Göçmenlerin istediği başkanın oyları geçersiz sayılmış ve göçmen kesim buna isyan edince de ülke ikiye ayrılmış; ve işte iç savaş başlamış. Abidjan'daki çatışmalar çok şiddetli geçmiş.
Kısaca böyle. Şu anki Cumhurbaşkanı ise zamanında göçmenlerin olmasını istediği Cumhurbaşkanı.
Diyeceğim o ki yaralı bir ülke. Savaş kokan  bir ülke burası. Bir sokaktan geçerken sağa, sola baktığınızda en çok gördüğünüz şey genelde duvarlar. Kocaman bir duvar ve bir kapı. İçeri girdiğinizde bambaşka bir ev, bir cafe ya da restaurant.. Duvar örülmüş, dikenli tellerle sarılmış bir Abidjan aslında burası. Fotoğrafını çektiğim bu görevliler her kapıda var. Cafe, Restaurant, ev, ofis, market ya da ekmek dükkanı...Her yerin kapısında bir güvenlik var. Çoğu da Black Hawk güvenlik firması çalışanı.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Hepinize Akwaaba



Akan diye bir soy var. Akan dili konuşuyorlar. Gana'da ve Ivory Coast'ta yaşıyorlar çoğunlukla. Akan dilinde "Akwaaba" "Hoşgeldiniz" demek. Ülkeye giriş yaptığınızda havaalanında hemen karşılıyor bu kelime sizi. Bu fotoğrafı gittiğimiz Cava adında bir geleneksel eşyalar pazarının girişinde çektim. Neden tek 'A' ile yazdıklarını bilemem ama aslında Akwaaba diye yazılıp Akvaba diye okunuyor.

Malarya ile sıtma aynı şey



Bir Afrika yazısının olmazsa olmazı... Sıtma yani malaria...
Hala dünyanın en tehlikeli, en öldürücü hastalığı. Burada da en fazla görülen hastalıkların başını çekiyor. Zaten insan buraya gelir gelmez direk sıtmanın ilk belirtilerini araştırıyor. "Ben de oldum mu?" "Acaba sıtma mıyım?" "Sıtma olunca ateş çıkıyor muydu?"  gibi sorularla dönüp duruyorsunuz. Ülkeye girişte aşı zorunluluğu var evet, ama bu sıtma aşısı değil. Sıtmanın aşısı henüz yok. Ülke girişinde olunan mecburi aşı Sarı Humma aşısı. Bir defa oldunuz mu 10 sene etkisini koruyor vücutta. Sıtma için ise sadece bir takım haplar, ilaçlar var ki onlar da karaciğerinizi mahvediyor.
Bir yandan sıtmadan korkarken bir yandan da tek tedavisinin burada olduğu akla gelince rahatlıyor insan ister istemez. Ailecek henüz olmadık. Olduysak da hafif atlattık. Herkes soruyor sivrisinek çok mu diye. Evet her yer sivrisinek. Görünüşleri de biraz farklı. Lavanta yağı sürerek uzaklaştırmaya çalışıyoruz onları kendimizden. Bu arada sarımsaktan da hiç hoşlanmıyorlarmış bunu da yeni öğrendim.

..



Gelelim benim bir türlü adapte olamadığım şeylerden birine. Az önce bahsettiğim alışverişinizi yaptınız ve çantanıza (ya da koliye) yerleştiriyorsunuz. Hah öyle değil işte! Orada yani kasada her zaman birisi oluyor ve bu yerleştirme işini sizin için o yapıyor. Bunu ilk gördüğünüzde teşekkür edip, "zahmet etmeseydiniz ya" tarzında bişeyler geveliyorsunuz, taa ki onun da bir meslek olduğunu anlayana kadar. Bu kişiler aldıklarınızı yerleştiriyor ve arabanız neredeyse oraya kadar taşıyıp, hatta sizin kapınızı dahi size açıp, vereceğiniz 3-5 lira ile hayatını kazanıyor.

no laylon


Naylon poşet kullanımı pazarlarda devam ediyor ama süpermarketlerde tamamen yasak. İsviçre Basel'de bile naylon poşet istediğinizde kötü kötü bakarlar ama her süpermarkette olmasa da vardır poşetleri, verirler size; ama burada yok. Diyelim aldıklarınızı koyacağınız çantanızı, torbanızı evde unuttunuz. Bu durumda ne oluyor? Ya yenisini satın alıyorsunuz ya da kasada bulunan (her zaman olmuyor) artmış küçük koliler varsa aldıklarınızı onlara koyuyorsunuz.

ayvori

Ivory Coast diye mi biliyorsunuz burayı? Fildişi Sahili belki ya da Cote d'Ivoire?
Afrika'nın bu ülkesi bayrağını alıp yeşil ve turuncunun yerini değiştirdiniz mi alın size İrlanda bayrağı aslında; ama burası ne yakından ne uzaktan hiç mi hiç bir İrlanda değil.:) Bayraktaki turuncu renk ülkedeki geniş savanaları, yeşil renk ormanlık alanları ve beyaz ise nehiri,okyanusu ve hatta barışı simgeliyormuş.
En büyük şehri Abidjan olsa da başkenti Yamoussoukro aslında. Bizdeki İstanbul-Ankara durumu gibi.
İşte Cote d'Ivoire, -en çok da Abidjan- ve içinde eşim ve minicik bir bebeyle geçirdiğim kakao kokan her bir an blogu: